Çanakkale Savaşı,
I. Dünya Savaşı
sırasında 1915-1916 yılları arasında
Gelibolu Yarımadası'nda
Osmanlı
İmparatorluğu ile
İtilaf
Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.
[2]
İtilaf
Devletleri;
Osmanlı
İmparatorluğu'nun başkenti konumundaki
İstanbul'u alarak
boğazların
kontrolünü ele geçirmek,
Rusya'yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman
müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak
İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak
Çanakkale Boğazı'na
girmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve
İtilaf
Devletleri geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Savaş sonucundan iki
taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.
Çanakkale Savaşı'nın Nedenleri
[değiştir]
Osmanlı İmparatorluğu 2 Ağustos 1914 tarihinde
Alman
İmparatorluğu ile
İttifak
Devletleri safında yer almak üzere bir antlaşma
[3]
imzalamıştı. Ancak bu antlaşma, savaş hazırlıkları henüz başlamadığı
için [4]
gizli tutulmuştu. Osmanlı İmparatorluğu bu antlaşmanın hemen ertesinde
seferberlik hazırlıklarına başlamıştı. Aynı zamanda Osmanlı
İmparatorluğu, "silahlı tarafsızlığını" ilan etmiştir.
Akdeniz’de
Kraliyet Donanması önünden çekilen
Alman
Goeben muharebe gemisi ve
Breslau ağır kruvazörü
[5][6]nin
Amiral Sukon komutasında 10 Ağustos 1914 günü Çanakkale Boğazı’nı
geçerek İstanbul’a gelmeleri büyük bir gerginlik yaratmıştı, çünkü
Osmanlı İmparatorluğu,
Boğazlar Antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı
tutmak durumundaydı. Alman Donanması’na bağlı bu gemilerin Boğazdan
geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı. Ancak Osmanlı
İmparatorluğu, bu gemilerin Almanya’dan satın alındığını açıklayarak
gerginliği ertelemiştir. Söz konusu gemiler 16 Ağustos 1914 tarihinde
Yavuz ve
Midilli adlarıyla
Osmanlı Donanması’na katılmışlardı. Bu gemilerdeki Alman mürettebat,
Osmanlı
Donanması’na ait subay ve erat üniformaları giyerek gemilerdeki
görevlerini sürdürmüşler,
Amiral Souchon ise Osmanlı Donanması Komutanlığı’na getirilmişti.
Böylece Almanya,
yakın gelecekte
Rus limanlarına karşı kullanılmak için iki büyük silahını
Akdeniz'den geçirerek Karadeniz'in hemen yakınına atmış olmaktadır. Bu
silahlar Ekim 1914 ayında hem Rus limanlarını vurmak için, hem de
Osmanlı
İmparatorluğu'nu bir oldu bittiye getirerek savaşın içine çekmekte
kullanılacaktır.[7]
Batı Cephesi’nde 1914 yılının Eylül ayı sonlarında Alman orduları,
açısından Batı Cephesi’ndeki savaşın kısa sürede bitmeyeceği anlamına
geliyordu. Oysa Alman savaş planı (Schlieffen
Planı), ilk adımda Batı Cephesi’nde kısa sürede Fransız-İngiliz
kuvvetlerinin yenilgiye uğratılması, ikinci adımda ise tüm kuvvetlerin
Doğu’ya kaydırılarak Rusya’nın savaş dışı bırakılması esasına
dayanıyordu. Schlieffen Planındaki bu sapma ardından Almanya, önce
Rusya’yı savaş dışı bırakmak, Doğu’da serbest kalan kuvvetleri ile Batı
Cephesi’ne yeniden yüklenmek istemişti. Osmanlı
3. Ordu'sunun
Kafkasya bölgesindeki Kasım – 1914 ayı başlarındaki taarruzları bu
planın hazırlık aşamalarından biriydi.
İzleyen
gelişmeler
[değiştir]
Avrupa içlerindeki bu gelişmeler, İngiltere ve Fransa’yı müttefikleri
Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı.[8]
Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapamamaktaydı.
Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla İngiliz ve Fransız desteğine
gerek duyuyordu.
[8][9]
Fransa ve İngiltere’nin bu desteği sağlaması için olası dört yol vardır:[10]
Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır.
Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz
ulaşımına olanak vermemektedir,
Baltık Denizi
ise Alman Donanması’nın denetimindedir. Orta ulaşım yolu olan Avrupa
karayolu ise Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı
İmparatorluğu’nun denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının
oluşturduğu denizyoludur.
Çok yakın geçmişte,
Balkan Savaşı’nda,
Trablusgarp
Savaşı’nda ve
Sarıkamış
Harekâtı’nda ağır yenilgiler almış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun
askeri gücü, İtilaf Devletleri’nce zaten yetersiz olarak
değerlendirilmektedir. Avrupalılarca "hasta adam" olarak görülen yaşlı
Osmanlı'nın boğazlardaki bir saldırıyı kaldıramayacağı düşünülmektedir.
Eğer Boğazlar askeri olarak kontrol altına alınabilirse,
Rusya’nın desteklenmesi
olanaklıdır. Gerçektende Rusya, Kasım ayı başlarında müttefiklerinden
Çanakkale Boğazı’na göstermelik de olsa bir saldırı yapılmasını
istemiştir. Böylece Kafkasya’da Osmanlı ordusunun baskısı
hafifleyecektir.
[11][12]
Öte yandan Rusya direnmeyi sürdürecek olursa, Almanya’nın Batı
Cephesi’nde yeni bir taarruza kalkışma olanağı da pek yoktur.[8]
Bu tesbit, özellikle İngiliz yüksek komutanlığının, Batı Cephesi’ndeki
kuvvetlerin bir bölümünün burada atıl tutulup tutulmadığının
sorgulanmasına yol açmıştır.[13]
Ayrıca İngiliz Donanması da yeterince etkili kullanılmamaktadır. Böylece
Batı Cephesi’nden alınacak bir kısım kuvvetle donanmanın işbirliği ile
daha etkili ve sonuç alıcı bir harekâta girişilmesi yolları aranmaya
başlandı. Sonuçta Boğazlar’a yönelik bir operasyon planı üzerinde
tartışılmaya başlanmıştır.
Rusya ile bağlantının bu şekilde, Boğazlar’ın kontrolünün sağlanarak
sonuçlandırılması, Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul’un da
işgalini kaçınılmaz olarak gerektirmektedir. İkisi, aynı anda
gerçekleşecek sonuçlardır. Çanakkale Boğazı’ndan geçilerek İstanbul’un
işgalinin İtilaf Devletleri açısından diğer stratejik sonuçları
şunlardır.
[14][15]
- Osmanlı İmparatorluğu savaş dışı bırakılmış olmakla, Almanya
savaşın başlarında bir müttefikini kaybetmiş olacaktır.
- Osmanlı'nın tehdidinde olan
[8]
Süveyş Kanalı,
dolayısıyla İngiltere’nin
Uzakdoğu ulaşım yolunun güven altına alınması sağlanmış
olacaktır.
- Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş dışı bırakılması, ve müslüman
ülkeler[kaynak
belirtilmeli] nezdinde İtilaf Devletleri lehine
oluşturacağı kazanımlar açısından da önem arz etmektedir. Müslüman
ülkeler[kaynak
belirtilmeli]in gerek Orta Doğu’da gerekse de Uzak
Doğu’da İngiliz hakimiyetine karşı dirence zayıflamış olacaktır.
- Balkan devletleri, hemen doğudaki Osmanlı Devleti’nin çökmesi ve
bunu İtilaf Devletleri’nin başarması üzerine, doğal olarak İtilaf
Devletleri safında savaşa katılmaları yönünde etken olacaktır. Çünkü
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, Balkan devletlerinin bölgedeki
hesaplarına ulaşabilmeleri yönündeki en önemli engeli ortadan
kaldırmış olacak[kaynak
belirtilmeli] ve bu durum, İtilaf devletlerinin bir
hediyesi sayılacaktır.[16]
Rusya ile Karadeniz üzerinden deniz ulaşımının açılması özellikle
önemlidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun Boğazları her türlü deniz trafiğine
kapatması sonucu, Rusya ile İngiltere ve Fransa arasındaki ticari
ilişkiler de durma noktasına gelmiştir. Pek çok ticari gemi,
Karadeniz'deki Rus limanlarında beklemektedir, Avrupa'da buğday
fiyatları yükselirken ucuz Rus buğdayı ithal edilememekte, muazzam
ticari karlardan mahrum kalınmaktadır. Kısacası Boğazların kapanması,
İngiliz ve Fransız firmaları için büyük kar kaybı getirmektedir.
Savaşın Aşamaları
[değiştir]
Deniz muharebeleri
[değiştir]
Birleşik Krallık denizaltısı E11, İstanbul Boğazında Osmanlı
nakliye gemisi
Stamboul 'a torpidoyla saldırırken,
(25 Mayıs 1915,
Illustrated London News)
“ Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur.” düşüncesiyle hareket eden
İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına
inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu
komutanı Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher’ın
şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi.
Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah,
teknoloji ve başarı açısından kendine güveni tamdı. Dünyanın yenilmez
donanması, Fransa’nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını
oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi.
Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan
Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi. İtilaf Devletleri’nin deniz
harekatı 19 Şubat 1915’te başladı. 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri
tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol
açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman
kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar
da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi
atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.
İtilaf devletleri, kısa bir aranın ardından bir sonraki saldırıyı
18 Mart'ta
gerçekleştirmişlerdir. Hedef, Çanakkale Boğazı'nın sadece 1 mil
genişliğindeki en dar noktasıdır. Amiral John de Robeck komutasındaki
aşağı yukarı en az 16 savaş gemilik dev donanma Çanakkale'yi geçmeye
kalkmıştır. Ancak her gemi
Nusret Mayın Gemisi adlı Osmanlı mayın gemisinin boğazın Asya
tarafına yerleştirdiği deniz mayınları tarafından hasar almıştır. Bazı
balıkçılar, İngilizler tarafından mayın toplama işiyle
görevlendirilmiştir; ama Osmanlı ordusunun açtığı top atışlarıyla
korkarak kaçmışlar, mayınlara dokunulmamıştır. Yerinde kalmış bu
mayınlar İngiliz
HMS Ocean,
HMS Irresistible ve Fransız
Bouvet adlı üç zırhlıyı batırmıştır. Ayrıca İngiliz
Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve Gaulois
çok ağır bir şekilde hasar almıştır. + 18 Mart’a kadar geçen bu dönemde
boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul
tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip
edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar
belirsizdi.
- Sonuç olarak, 18 Mart 1915'te, deniz mayınları ve kıyılardaki
Osmanlı topçu bataryalarının isabetli atışları denizden geçişin mümkün
olmayacağını göstermiş, İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na asker
çıkararak Boğaz topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi
hedeflemiştir. + Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda
neyle karşılaşacağını bilmiyordu.
- Gelibolu Yarımadasında
Müttefik çıkarmaları yarımadanın güney bölümündeki altı kumsala, iki
cephede yapılmıştır.
Seddülbahir
Cephesi’ne Britanya 29. Tümeni ile Fransız Kolordusu (Fransız Doğu
Sefer Kuvveti) çıkarma yaparken
Arıburnu Cephesi’nde
ise
Anzaklar Kolordusu çıkarma yapmıştır. Bu beş tümene ek olarak bir
hafta içinde
İskenderiye'den getirilecek olan Hint Tugayı, muhtemelen Seddülbahir
Cephesi'nde kullanılmak üzere ordu ihtiyatını oluşturacaktı.[17]
Plana göre; 18 Mart sabahı 2 deniz tümeninden oluşan düşman filosu
boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. Tümen bizzat
Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.
Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemileri ve
Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan 1. Tümen, saat 10:30’da boğazdan
içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı.
Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth’in hedefi Rumeli
Mecidiye Tabyası, Lord Nelson’un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible
hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi. “A Savaş Hattı” olarak
adlandırılan bu plan 11.30’da uygulanmaya başlandı ve 11.30’da merkez
tabyalarına ateş başladı.
Bu arada düşman gemileri Kumkale’den gelen tedirgin edici ateş
hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de
mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık
veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu
Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte
komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört
Fransız gemisiyle Triumph ve Prince George adlı iki İngiliz muharebe
gemisinden oluşuyordu. Plana göre bu tümen 1. Tümenin arkasından hareket
geçti ve B hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler Türk
bataryalarından düşen mermi ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli
yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez
bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri
sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. Tümene
ait olan iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George A hattının kıç
omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını
hedeflemişlerdi.
Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin
çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar
çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların şehit olması ile devre
dışı kalmıştı.
Planın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar
üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. Tümen
devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve
Majestic’ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B Hattından
son olarak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp mayın
hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra
mayın tarama işlemlerine başlanacaktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2.
Tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru Suffren
büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A
hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu
ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların
altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve
Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve
istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş,
603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet
almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında mayına
çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada’ya
ulaştı. 2. Tümen İngiliz gemileri, 3. Tümenin yerini aldığında bu
manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya
kadar yaklaştılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat
15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş
dışına kalmıştı.
Anadolu Hamidiye tabyası hasar görmemişti ve İrrisistible’a ateş
ediyordu. Saat 15.14’de İrrisistible’ın yanında korkunç bir patlama
duyuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı.
Bu bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken
can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2.
Tümenin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilirken Ocean
da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean’ın personeli
muhripler tarafından boşaltıldı.
18 Mart’ta yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz
bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söylayenler haklı çıkıyor, de
Robeck ve Churchill gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul’a
çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu.
Kara muharebeleri
[değiştir]
Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı umutları
Kara Harekâtı’na çevirmişti.Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu
yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine
yürümek üzere İngiltere’ye üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve
Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, İngiliz
Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine
izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi.
Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen General Sir William
Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönderdiği raporda, Donanmanın tek
başına Bağaz’dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan
donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener’in
bütün tereddütlerini giderdi. 10 Martda 29’ncu Tümenin Ege’ye
gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir Tümen de kendilerinin göndermeleri
için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu.
Böylece Mısır’daki Anzac Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir
kolordu bu işe ayrılmış oluyordu.
Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına Boğazı
geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır
olana kadar Donanmanın harekatını geri bırakmasını, bu suretle Kara ve
Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını
hiç kimse aklına getiremiyordu.
O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne
yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti’nin Komutanlığına yapılan atamadan
anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından
eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.
Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un birlikleri işe
karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu
yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir
kuvvet bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan
İstanbul Boğazına çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.
Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan
güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlar’dan geçilemeyeceğini tüm
dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, Müttefiklerin kaçınılmaz kara
harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı.
Çanakkale ‘de 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman von Sanders
getirilmişti. Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli
yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin her hareketi gözleniyordu.
Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin
başında bulunan yarbay Mustafa Kemaldi.
Planlar ve
kuvvetler
[değiştir]
İtilaf
Devletleri
[değiştir]
"The Trumpet Calls (Trampet Çağırıyor)":
Avustralya'da
1914-1918 arasında kullanılan askere alma posteri (Norman
Lindsay)
General Hamilton emrine verilen kuvvetler ve savaşçı mevcutları
şöyledir.
- Anzak Kolordusu 25.700
- Britanya 29. Tümeni 17.000
- Fransa 1. Tümeni 16.700
- Britanya Kraliyet Deniz Tümeni 10.800
- Anzak Tugayı 4.800
Böylece harekât için 75 bin kişilik bir kuvvet oluşturulmuştur.
General Hamilton, Gelibolu Yarımadasındaki çeşitli çıkarma alanlarına
kuvvet çıkartarak yarımadanın denetimini, böylece Osmanlı kıyı topçusunu
etkisiz hale getirmeyi amaçlamıştır. Bunun için iki ana çıkarma bölgesi
belirlenmiştir. Bunlardan biri, yarımadanın en güney ucu olan ve
Seddülbahir olarak bilinen bölge, diğeri ise daha kuzeydeki
Kabatepe-Küçük Arıburnu arasındaki kumsaldır. Bu iki çıkarma bölgesinden
Seddülbahir’e ağırlık verilmiştir. Seddülbahir bölgesine ağırlık
verilmesi üç taraftan da donanma topçu ateşiyle desteklenebilir bir
bölge olmasındandı.
General Hamilton
Seddülbahir
Cephesi çıkartmaları için Seddülbahir bölgesinde beş ayrı kumsal
belirlemişti.
- Sığırini (Morto) koyu – Hisarlık Burnu
- Ertuğrul
Koyu
- Tekekoyu
- İkizkoyu
- Zığındere
Bu kumsallar için iki İngiliz, bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayı
tahsis etmiştir.
Arıburnu Çıkarması için ise iki tümenden oluşan
Anzak Kolordusu tahsis edilmiştir.
Seddülbahir Cephesi’ne çıkarılan birliklerin hedefi, Gelibolu
Yarımadası’nın güney bölgesinin taktik derinliğindeki Alçıtepe bloğu’nun
ele geçirilmesidir. Bu birliklerin ileri harekâtı derinlikte birleşerek
Kirte Köyü hattından Alçıtepe bloğu ele geçirilecek, Arıburnu Cephesi’ne
çıkan birlikler ise Conkbayırı-Kocaçimentepe hattından Maltepe
bölgesinin ele geçirilmesiyle Seddülbahir Cephesi’nin Osmanlı
kuvvetlerince takviyesi önlenecektir. Alçıtepe, ilk günün hedefi olarak
belirlenmiştir, Seddülbahir’den 10 km. ve Zığındere’den 5 km.
mesafededir.
Arıburnu Cephesi kuvvetlerine verilen taktik hedef ise Kocaçimen tepe
üzerinden Eceabat'ta sahile ulaşarak Seddülbahir Cephesi'ndeki Osmanlı
kuvvetlerinin geri bağlantısını kesmektir.
İttifak
Devletleri
[değiştir]
Bir Alman havacı müfrezesi.
Deniz harekâtının başarısızlığı ardından (18 Mart 1915) bir kara
harekâtına girişileceği ve bu harekâtın Gelibolu Yarımadası’nı hedef
alacağını öngörüsü, mantık gereği olarak bile neredeyse kesinlik
kazanmıştır. Kaldı ki 1915 yılının Nisan ayı başlarından itibaren
Hamilton’un kuvvetleri Mısır’da toplanmaya başladığında bölgedeki
Osmanlı istihbaratı, birliklerin mevcutları, komutanları, silah ve
donanımları hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye başlamıştır.
14 Aralık 1914
tarihinde 42 kişilik bir subay gurubuyla İstanbul’a gelen ve
Enver Paşa tarafından
1. Ordu Komutanlığı’na atanmış olan Alman Danışma Kurulu Başkanı
Mareşal
Liman Von Sanders, yeni teşkil edilen ve bölgeyi savunmakla görevli
5. Ordu komutanlığına
24 Mart 1915 tarihinde atanmıştır. Dolayısıyla bölgenin
savunmasından sorumlu olan
3. Kolordu da Mareşalin emrine girmiştir.
Mareşal Sanders’in savunma planı, Hamilton’un taarruz planıyla
örtüşmemektedir. Mareşal Sanders, çıkarmaların
Saros Körfezi
kıyılarına yapılacağını hesaplamaktadır ve 5. Ordu’nun ana kuvvetlerini
bu bölgede toplamıştır. Saros Körfezi, Gelibolu Yarımadası’nın en dar
bölgesidir. Buradan yapılacak bir çıkarmanın, yarımadayı savunan Osmanlı
birliklerinin geri çekilme ve kara ikmal hattını kesmesi olasıdır.
Ayrıca Mareşal Sanders’in savunma planı, elindeki kuvvetlerin önemli bir
bölümünü geride, yedekte tutarak çıkarma kuvvetlerine ileri harekâtları
sırasında taarruz etmeyi öngören, savunma ağırlıklı, temkinli bir
plandır.[18]
Osmanlı komutanları ise, çıkarmadan sonra, çıkarma kuvvetlerinin
sahillerde elde edecekleri köprübaşlarıyla yoğun olarak takviye
alacaklarını, gerekli tahkimatı yapacakları, dolayısıyla bu
tahkimatlardan sökülüp atılmalarının çok güç olacağını düşünmektedirler.
Onlara göre etkin bir savunma, hemen sahilde, daha çıkarma harekâtı
sırasında yapılmalı, karşı tarafın kıyıda bir köprübaşı oluşturması
önlenmelidir.[18]
5. Ordu, üç
tümenli
3. ve iki tümenli
15. kolordulardan oluşmaktadır. Ayrıca ordu karargahına bağlı
19. Fırka, 1. Süvari Tugayı, bir piyade alayı ve dört Jandarma
taburu bulunmaktadır. Toplam savaşçı sayısı 84 bindir.[19]
Bu kolorduların bünyesindeki tümenler ve komutanları şöyledir.
- 3. Kolordu: Komutanı
Esat Paşa
- 5. Fırka: Saros bölgesi. Komutanı Yarbay Hasan Basri Bey.
- 7. Fırka: Bolayır bölgesi. Komutanı Albay Halil Bey.
- 9. Fırka: Gelibolu Yarımadası’nın güney bölümü. Seddülbahir
ve Arıburnu Cepheleri. Komutanı Albay Halil Sami Bey.
- 15. Kolordu: Komutanı General Weber
- 3. Fırka: Kumkale bölgesi. Komutanı Albay Nicolai.
- 11. Fırka: Beşige bölgesi. Komutanı Albay
Refet Bey.
- 19. Fırka: Eceabat bölgesi. Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey.
Gelibolu Yarımadası’ndaki Osmanlı savunma kuvvetlerinin, Çanakkale
Savaşı süresince, kara ve deniz olmak üzere iki ana ikmal hattı vardır.
Kara ikmal hattı, İstanbul’dan bölgeye en yakın olan
Uzunköprü’ye kadar
yaklaşık 250 km.lik bir demiryolu hattı ve devamında 165 km.lik bir
stabilize yoldur. Osmanlı tarafına yeterli motorlu nakliye aracı
olmadığından, personel bu yolu yaya olarak geçmek durumundadır. Her
türlü ikmal malzemesi de öküz ya da at arabalarıyla taşınacaktır. Ayrıca
bu yolun bir bölümü gündüz saatlerinde Saros Körfezi’ndeki
Birleşik Donanma’nın ateşi altına alınabilmektedir. Bu nedenle yolun
bu bölümü ancak günün karanlık saatlerinde geçilebilmektedir. Deniz
ikmal hattı ise Marmara Denizi’nden geçen 150 deniz millik bir hattır.
Kara ikmal hattına oranla çok daha kısa sürede geçilebilen bu ikmal
hattı, Birleşik Donanma’nın suüstü gemileri yönünden tehdit altında
değildir. Ancak denizaltı faaliyetlerinin tehdidine açıktır. Nitekim 25
Nisan 1915 tarihinden itibaren Marmara’da en az bir denizaltı faaliyet
halinde bulunmuştur. Mayıs 1915 ortalarından itibaren ise deniz ikmal
yolu, artan denizaltı faaliyetleri yüzünden bütünüyle kullanım dışı
kalmış, ikmal ve takviye kara ulaşım hattına bağımlı olmuştur.[20]
Kalıcı olarak asker çıkartılan kumsallar, Seddülbahir bölgesindeki
beş kumsalla Kabatepe kuzeyine çıkarılan Anzak Kolordusu çıkarma
bölgesidir.
General Sir Ian Hamilton, asıl çıkarmalar dışında iki farklı biçimde
yanıltıcı operasyonlar planlamıştı. Göstermelik çıkarmalar yapıldığı
gibi, çıkarma yapılacak izlenimi uyandırmak üzere sadece deniz
topçusunun
hazırlık ateşi açılan hedefler de belirlenmişti.
25 Nisan sabahı
Saros Körfezi açıklarına gelen
Birleşik Donanma’ya bağlı savaş gemileri (Caanopus hafif zırhlısı,
Dartmouth ve Doris
Kruvazörleri ile iki
destroyer Bolayır sırtlarını top ateşine tutmuşlardır. Gün boyu
süren bu ateşin ardından havanın kararmasına çok az bir süre kalan
içleri asker dolu sekiz büyük filika sahile doğru hareket ettiler.
Sahile ulaşmadan hava kararmıştı ve karanlıktan yararlanarak gemilere
döndüler. Donanma ateşi ve geceye doğru yapılan bu manevra, Osmanlı
tarafına bu bölgede gece boyunca çıkarma yapılacağı izlenimi vermiş, bu
bölgedeki kuvvetlerini kaydırmaları en azından 24 saat engellenmişti.
Esasen planlanan harekât bu kadardı. Fakat gece yarısından sonra gönüllü
bir İngiliz Yüzbaşı, sahile iki km. kadar yaklaşan bir filikadan sahile
kadar yüzmüş, üç ayrı noktada aydınlatma fişeği ateşleyerek geri
dönmüştür.
Seddülbahir
Cephesi
[değiştir]
Osmanlı 5. Ordusu'nun konumu (Nisan 1915)
İttifaklara ait ağır top (önceleri Alman zırhlı
kruvazörü
Roon 'un topuydu.)
İngiliz gözleme noktasının bulunduğu Mavro Adası (Yenişehir
Burunu'nun batıgüneybatısı 6 mil)'nı bombalayan Osmanlı
topçu
- Ana madde:
Seddülbahir Cephesi
Seddülbahir Cephesi'ndeki İngiliz ve Fransız birliklerinin ilk hedefi
Kirte Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe olmuştur.
Birinci
Kirte Muharebesi
[değiştir]
Bu hedeflerin ele geçirilmesi için ilk müttefik taarruzu olan
Birinci
Kirte Muharebesi, 28
Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol kanadında dört Britanya
tümeni, sağ kanadında ise iki Fransız tugay taarruza katılmıştır.[21]
Osmanlı savunması İngiliz taarruzları karşısında tutunurken Fransız
kesiminde yarılma noktasına gelmiştir. Cephe komutanı Albay Halil Sami
Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet,
donanma topçusunun ateşinde bir gedik bularak hatları takviye etmiştir.
Bunun üzerine geri çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra
Yarbay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza geçerek
müttefik cephesini kırmıştır. Gün sonunda, müttefikler taarruz çıkış
hatlarına geri çekilmişlerdir. Osmanlı kayıpları 2.380, Britanya
tarafında 2.167 ölü, 8219 yaralı ve 3593 kayıp[22][23]
[24]
İkinci
Kirte Muharebesi
[değiştir]
Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu,
6 Mayıs 1915 sabahı
başlayan
İkinci Kirte Muharebesi'dir.
8 Mayıs'a kadar süren
çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin "bağlantı noktası", en soldan taarruz
edecek olan bir İngiliz tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun
bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Taarruz hattı, en sol
kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır.
Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekâta
girişememişlerdir. Osmanlı ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe,
donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi
atıldığı halde, Osmanlı tarafının ateş gücünde bir değişiklik
olmamıştır. Balonlarla yapılan hava keşfi de Osmanlı mevzilerinin yerini
saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol
kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle kaşılaşarak durmuştur. Üç
günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre
ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı yaklaşık 7000,[25]
Osmanlı kaybı ise 2.000'dir.
[26]
Üçüncü Kirte Muharebesi
[değiştir]
Müttefik kuvvetlerin üçüncü taarruzu,
4 Haziran 1915
tarihli
Üçüncü Kirte Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara
topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan
savaşta, Osmanlı cephesinin sol kanadından taarruz eden Fransız
birlikleri yer yer Osmanlı siperlerine girmişlerdir. Yarbay
Selahattin Adil
komutasındaki Osmanlı 12. Tümeni’nin karşı taarruzluyla bu siperlerden
çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise İngiliz birlikleri Osmanlı siperlerine
girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150
askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Osmanlı hatlarının kırılması
önlenmiştir. Osmanlı cephesi, Kirte Köyü’ne bir kilometre mesafede
sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Osmanlı 9. Tümeni’nin saldırısı
başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan
Yarbay
Hasan Askeri komutasındaki Osmanlı 2. Tümeni'nin taarruzu ise birkaç
yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalarla
geçmiştir. Üçüncü Kirte Muharebesi’nde Britanya kayıpları 4500,[27]
Fransız kayıpları 2000,[27]
Osmanlı kayıpları ise 4.965 yaralı, 52 ölüdür.[28]
Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz
komutan H. Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil
de, daha sınırlı bir hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek
piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi
(siklet merkezi) oluşturulacaktı. Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ
(doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da
başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür.
21 Haziran günü
Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan
Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri
olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları
3200,[29]
Osmanlı kayıpları ise 6.000 kişidir.[29][30]
Zığındere Muharebesi
[değiştir]
Bir sonraki
Zığındere Harekâtı, bu kez cephenin sol kanadından taarruzu
öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca üç
tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz
etmektir. Zığın sırtı Albay
Refet Bey’in komutasındaki Osmanlı 11. Tümeni’in savunma bölgesidir.
Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in Osmanlı
7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır. Her iki tümen de tek tugaylıdır.
Deniz ve kara topçusunun
26 Haziran’da
başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür.
28 Haziran’da iki
saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Osmanlı
siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. Bombardıman sonrasında Osmanlı
ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır. 800
metre mesafedeki Kirte Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle
durdurulmuş, hemen ardından Osmanlı karşı taarruzları başlamıştır.
siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş,
sonunda İngilizlerde kalmıştır. Zığın sırtının kuzeyinden
1 Temmuz 1915 günü
iki kez yenilenen Osmanlı taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz
kalmıştır. 5 Temmuz
1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in Osmanlı 5. Tümen’inin Zığın
sırtına ve Albay Nicolai’nin komutasındaki Osmanlı 3. Tümen’inin
Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç
alamamıştı.
Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez
bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 bin top
mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi ardından
12 Temmuz 1915
sabahı başlayan
İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür. Hazırlık ateşi
ardından başlayan İngiliz taarruzu, hiçbir savunmacının sağ kalmadığı
ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba
uğrayarak geri çekilmiştir. Öğleden sonra yedekteki İngiliz tugayının
giriştiği saldırı, üçüncü hat siperlerine girmişse de Osmanlı karşı
taarruzlarıyla yeniden eski konumuna çekilmiştir. İkinci girişilen
İngiliz taarruzu, Osmanlı topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş
sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal
edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Osmanlı siperlerinde
tutunmayı başarmışlardır. İki günlük muharebelerin sonucunda müttefik
kayıpları 5.800, Osmanlı kayıpları ise 9.700’dür.
[31]
Bu muharebeler sonunda Seddülbahir Cephesi’nde Osmanlı kuvvetlerini
atarak ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler
komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir
çıkarma yapmayı planlamıştır. Bu çıkarma harekâtının, Anzak Kolordusu
komutanı General W. Birdwood’un önerdiği
Sarı Bayır
Harekâtı ile aynı tarihte uygulanmasına karar verilmiştir. Ayrıca
Osmanlı savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için
Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı.
Kirte
Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz,
6 Ağustos sabahı
İngiliz birliklerinin taarruzuyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat
siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atılmışlardır. Taarruzun
ikinci günü girişilen İngiliz taarruzları, Kirte Köyü’nün güney
batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir.
Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan
İngiliz taarruzunun bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine
General Sır Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi'nde hiçbir askeri harekâta
girişilmemesi emrini vermiştir.
Arıburnu
Cephesi
[değiştir]
- Ana madde:
Arıburnu
Cephesi
Australya 1. Tugay 4. Taburunun çıkarması (Saat 8.00, 24
Nisan 1915)
25 Nisan 1915 tarihli çıkarmasının akabinde ANZAK koyu (19
Haziran 1915,
The War Illustrated)
Daha önce yabancı kaynaklardan ve Anzakların anılarından yapılan
aktarmalarla nasıl başlandığı ve ilk günleri açıklanan Arıburnu’ndaki
Anzak Kolordusunun Nisan’da yaptığı çıkarmanın temel amacı önce,
Kabatepe ile KüçükArıburnu arasındaki kumsallık bölgeye çıkmaktı. İlk
aşamada Conkbayırı- Kocaçimentepe çizgisi denetim altına alınıp, oradan
Maltepe bölgesi ele geçirilecek, böylece, Kuzeyde’ki Türk kuvvetlerinin
Güneyde, Seddülbahir bölgesindeki Türk birliklerine yardımı engellenmiş
olacaktı.
25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran
koruyucu ateş altında, Anzak Kolordusu’nun 1. Tugayından 1500 kişilik
ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının bir şekilde kuzeye kayması sonucu,
saat 05.00’te, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu kesimine çıkmak zorunda
kalır. Bu noktada kıyı gözetlemesi yapan bir Türk takımının direnişine
karşın, karaya çıkan Anzak birlikleri belirli bir noktaya kadar ilerler.
Diğer taraftan, Bigalı’da bulunan ordu yedeği 19. Tümen, 24-25 Nisan
gecesi Conkbayırı yönünde tatbikat yapmakta idi. Gün ağarırken, Arıburnu
yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay
Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına
bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal,
kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve
geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği
haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını
ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını
kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm
sorumluluğu yüklenerek, 57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde
harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı’na
çıktığında,, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını
ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür.
O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşme
sırasında şöyle anlatmaktadır.
“...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin
gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze
askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu
askerlerin önüne kendim çıkarak:
-Niçin kaçıyorsunuz ? dedim.
-Efendim düşman dediler!
-Nerede?
-İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış
ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti
düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika
istirahat etsin diye...Düşman da bu tepeye gelmiş...Demek ki düşman bana
benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim
çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir
düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere:
- Düşmandan kaçılmaz, dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephaneniz yoksa süngünüz var,dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda
Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının
yetişebilen askerlerinin ‘ marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri
için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp
yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu
andır...”
Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca, karşı taraf ta
mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay Öncü Bölüğü'nün Conkbayırı’na
yerleşmesi için gereken süre kazanılmış olur. İşte bu an, Çanakkale
Savaşları Kara Harekatı’nın kaderini belirleyen önemli anlardan
birisidir. Böylesine önemli anda kilit rolü oynayan kişi ise,
tartışmasız Mustafa Kemal’dir. Bu husus, Çanakkale Savaşları tarihiyle
uğralan Türk ve yabancı bütün uzmanlar tarafından doğrulanıp
vurgulanmaktadır.
Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay’dan geri
kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı
saldırıya geçmek üzere 57.Alay'a şu emri verir :
“ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye
kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar
kaim olabilir.”
25 Nisan 1915 günü, vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi
olan tümenin sahile çıkışı da tamamlanmıştır. Ne var ki, 27. Alayın
birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı saldırı ile süngü hücumları
sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş ve sahile çekilmişler, kritik ve
endişeli anlar yaşamaktadırlar. Gene de gün batarken, Anzak
Kolordusu’nun sahile çıkan Tümeni, Arıburnu’nun sarp yamaç ve
tepelerinde yerleşme olanağı bulur. Bu tarihten başlayarak harekat,
1915’in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, Conkbayırı- Kocaçimentepe-kabatepe
bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan
süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla
geçecektir. Bu çarpışmalar sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır
kayıplar vermişlerdir. Ağustos ile birlikte ise savaş şiddetli
çarpışmalara dönüşür. Tıpkı Seddülbahir’de olduğu gibi, Anzak ordusu da
taarruz hedeflerine varamamış, çıktıkları yerlerde 3-4 km.lik bir mesafe
ilerleyip, boşaltmaya kadar da o noktada kalmışlardır.
Anafartalar
Cephesi
[değiştir]
- Ana madde:
Anafartalar Cephesi
Mareşal Horatio Kitchener ve general William Birdwood,
ANZAK'a ait bir hendekte, 15 Kasım 1915
İttifaklara ait bir hendek
Çanakkale'de kullanılan bağlantı hendeklerinden biri
Deniz Muharebeleri'nden kullanılmış Osmanlı siperleri
Birinci Anafartalar Muharebesi
[değiştir]
Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı
sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzi harbine dönüşmüştü.
Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir
Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur.
Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Osmanlı
kuvvetlerinin geri hattına çıkarak kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi
küçük ve büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye
olarak gelen İngiliz 9. Kolordusu’nu çıkartarak açmıştır.
6 Ağustos 1915
tarihinde Suvla Koyu'na yapılan çıkarmayla Çanakkale Savaşı bu bölgeye
kaymış, Arıburnu'ndaki Anzak Kolordusu ile Suvla çıkarma kuvvetleri,
dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası'nın Müttefik
kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş,
Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır.
5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüştür. Suvla
Ovası’na hakim ilk kademe sırtlardaki üç Osmanlı taburu, çıkarma
birliklerinin ileri harekâtını durdurmayı başarmıştır.
İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8
Ağustos tarihini bulmuştur. Ertesi gün, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki
İngiliz tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay
Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştı. Osmanlı taarruzu,
önlerindeki İngiliz kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra
İngiliz 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni
ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir.
Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi günü, 10 Ağustos 1915
sabahı Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi – Conk Bayırı hattında yeni bir
taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. tümen ve 9. Tümen
komutanı Yarbay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzlarıyla
müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.
Bu bölgedeki Osmanlı taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde,
İngiliz 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar
Tepesi yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri ardından dört kez
yenilenen taarruzlar gün boyu sürmüş olup iki Osmanlı taburunun
savunması, mevzileri korumayı başarmıştır.
Tekketepe
Muharebesi
[değiştir]
Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi'nde Anzak kuvvetleri eski
hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi'nde ise Suvla Ovası'nın sahil
bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Osmanlı
mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst
komutanı General Sır Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey
kesimini oluşturan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele
geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir. Bu amaçla sahile yeni
çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı vermiştir. Bu
tümenin bir taburunca 12 Ağustos 1915 tarihinde girişilen,
Tekketepe
Muharebesi olarak bilinen taarruz, Osmanlı savunması önünde ağır
kayba uğrayarak geri çekilmiştir.
Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha
kuzeye kaydırarak 12. Tümen'i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz
planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal
edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe'den
çekilmek zorunda kalacak, savaşarak alınamayan bu yükselti, İngiliz
kuvvetlerinin eline düşecektir.
Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu'na çıkarma yapıldığı 6 Ağustos 1915
tarihinden itibaren Yüzbaşı Kadri Bey komutasındaki Gelibolu Jandarma
Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan İngiliz birlikleri
15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara Yüzbaşı Kadri
Bey'in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş,
Kanlıtepe - Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri
bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Osmanlı kuvvetleri karşı
taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı
bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre
sonra İngiliz birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.
Aynı gün, başarısız bulunan İngiliz 9. Kolordusu komutanı General
Stopford ve iki tabur komutanı, General Hamilton tarafından görevden
alınmıştır.
Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki İngiliz 29. Tümeni
Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir
tümen de aynı cepheye getirildi. Bu şekilde içerden ve dışardan takviye
edilen Anafartalar Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz
planlandı. Müttefik taarruzu, Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay
Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde, 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine
yönelmiştir.
İkinci Anafartalar Muharebesi
[değiştir]
Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine
genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu’na bağlı bir
tugay da Bomba Tepe’ye taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk
Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son
bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar
sürmüş tepe, Osmanlı savunmasının elinde kalmıştır.
Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşı'nın, tahliyeye kadar ufak çaplı
çatışmalar yaşanmış olsa da, son muharebesidir.
İkinci Anafartalar Savaşı’ndan sonraki aylar Gelibolu’da siper
savaşları şeklinde sürmüştür. İki tarafın da taarruz gücü kalmamıştı.
Müttefikler açısından bu dönem bir kararsızlık dönemidir. Onca kayıptan
sonra Gelibolu’yu tahliye etmek kolay verilecek bir karar değildir.
Taarruz için de General Ian Hamilton’un değerlendirmelerine göre en az
ellibin askerlik bir takviye gerekmektedir. Ancak 14 Ekim 1915 günü
Bulgaristan,
İttifak
Devletleri safında savaşa girerek
Sırbistan’a
saldırmıştır. Bu gelişme müttefiklerin Çanakkale seferinin varoluş
nedenlerinden birinin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Çünkü bu
sefere kalkışılmasının nedenlerinden biri de Balkan ülkelerinin
İtilaf
Devletleri safında savaşa girmesini teşvik etmekti. Üstelik
Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti ile Müttefik olması, Alman İmparatorluğu
ile Osmanlı Devleti arasında kara bağlantısını, dolayısıyla savaş
malzemesi nakliyatını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. Nitekim 29 Ekim
1915’de İstanbul’la Almanya arasındaki demiryolu hattı İttifak
Devletleri’nin kontrolüne geçmiştir. Bu demiryolu bağlantısının ilk en
acı belirtisi de Avusturya’dan gönderilen ve cephede 15 Kasım 1915
tarihinde ateşe başlayan 240 mm.lik top bataryasıdır.
Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak
yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı
incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de İngiliz Yüksek Savunma Konseyi’ne
cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde
bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir.
6 Kasım 1915 günü
İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da
Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki
cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da
Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General
Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Çanakkale Müttefik
Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve
Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler, Selanik Cephesi’ne
kaydırılmış, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde
kalmışlardır.
Tahliye işlemleri 10 Aralık 1915 tarihinde başladı. Gizlilik
sağlanması amacıyla tahliye sadece geceleri yapılmıştır. Bir grup asker
gündüzleri sahile çıkarılıyor, cepheye doğru yürüyüşe geçiyorlardı, bu
askerler geceleyin tahliye ediliyor ertesi gün yine sahile
çıkarılıyordu. Sahile indirilen boş cephane sandıkları katırlarla
siperlere taşınıyordu. Son birlikler, postallarının üstüne çorap giyerek
siperlerinden ayrılıp sahile yürüdüler, iskeleye battaniyeler
serilmişti. 19 Aralık 1915 akşamı son asker de cepheden ayrılmıştır. 20
Aralık 1915 sabahı götürülemeyen malzeme sahilde ateşe verilmiş, Osmanlı
siperleri altına kadar uzanan tünellerde toplam bir ton kadar dinamit
ateşlenmişti.
Anafartalar ve Arıburnu Cephelerinin tahliyesinin hemen ardından Lord
Kitchener’in, Seddülbahir Cephesi’ndeki birliklerin yerinde kalması
yönündeki kararı, “ne amaçla kalması” açısından sorgulanmaya
başlanacaktır. Sonuçta, 27 Aralık 1915 tarihinde bu bölgenin de
boşaltılmasına karar verilir. Kuşkusuz bu hatalı bir gecikmeydi. 20
Aralık’tan itibaren Osmanlı tarafı, hiç olmazsa Seddülbahir
Cephesi’ndeki Müttefik askeri varlığını elden kaçırmamak için mevcut
kuvvetleri güney hattına kaydırmaya başlamıştır. özellikle 240 mm.lik ve
daha sonra gelen 150 mm.lik top bataryaları Seddülbahir Cephesi’nde
konuşlanıp ateşe başlamışlardı. Yine de büyük bir ustalıkla sürdürülen
tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı, saat 03:20’de tamamlanmıştır.
Otuzaltıbin asker, dörtbin nakliye hayvanı –gemilere alınamayan yüzlerce
at, kuzeyde olduğu gibi, öldürülmüştü- 127 top ve ikibin ton ikmal
malzemesinden taşınabilenler, gemilere yüklenmişti. Taşınamayan malzeme
ise yine kuzeyde olduğu gibi sahilde büyük yığınlar halinde ateşe
verilmişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinin ertesinde,
6 Kasım 1918’de İngilizler Gelibolu’yu işgal ederek Merkez Tahkimatı’na
el koymuşlardır.
Mareşal Liman Von Sanders, 25 Nisan akşamından itibaren diğer
bölgelerdeki Osmanlı birliklerini Arıburnu ve Seddülbahir Cephelerine
kaydırmaya başlamıştı. 28 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir Cephesi’nde
de tüm Müttefik askeri karaya çıkartılmıştı ve ileri hareketleri Osmanlı
birlikleri tarafından durdurulmuştu. General Sır Ian Hamilton’un
elindeki tüm kuvvet budur ve ihtiyatı da yoktur. Osmanlılar ise diğer
bölgelerden kaydırdıkları kuvvetlerce takviye edilmektedirler. Her geçen
gün, Hamilton’un harekâtı başarıyla sonuçlandırma olanağını
sınırlamaktadır. Gerek İngiliz gerek Fransız üst rütbeli subayları, Batı
cephesinden kuvvet aktarılmasına karşı çıkmaktadırlar. Gelibolu harekât
alanına, ikinci öncelik verilmektedir. Ancak Lord Kitchener
Gelibolu’daki birlikleri takviye etmeye karar vermiştir. Mısır’daki 42.
Tümen 28 Nisan da gemilere bindirilmeye başlandı. Fransızlar da 30 Nisan
da General Bailloud komutasındaki 156. Tümen’i, Doğu Sefer Kolordusu’nun
2. Tümen’i olarak Gelibolu’ya gönderme kararı almıştır. Oysa Alman
Amiral von Tirpitz daha gerçekçi değerlendirmelerde bulunmakta,
“Çanakkale Boğazı düşecek olursa savaş aleyhimize sonuçlanmış olacaktır”
demektedir.
Savaşın Sonuçları
[değiştir]
Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz
sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar,
konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale
de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta
oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa
edilmiş ve edilmektedir.
Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e,
Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in
öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de
bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi)
ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki
jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan
etkilerini bu gün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları,
uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.
Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya
ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle,
askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir.
Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş
ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.
Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik
konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale
Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir
önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi
ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki
ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.
Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden
Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın
ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan
dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu
yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk
boğazlarında düğümlenmektedir.
Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul
bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer
Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu
kapılarına dayanmış olacaktır” [431) demekle, Fransa’nın Boğazlar
üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.
Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki’nin bir raporunda;
XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul Boğazı’nı ele geçirmek
olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya bırakmaya
hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini
bulmaktadır.
Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri,
onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.
Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan
bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney
Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir”
demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını
önermektedir.
Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar
üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere
ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.
Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha
birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin
Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir
etken olmuştu.
Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve
Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el
atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken
olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece
görünüşteki nedenini oluşturmuştur.
Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini
ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin açılmasında
birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim
Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba
göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş
mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve
sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve
modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle,
Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.
Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler, Çanakkale’deki Türk
savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek
manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve
sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız
cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına,
karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.
Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan
sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası
politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları
da şöylece özetlemek mümkün olur.
Savaşın Sonrası ve Etkileri
[değiştir]
Toplumsal Etkileri
[değiştir]
Çanakkale Savaşı, ilgili bütün ulusları derinden etkilemiştir.
Avustralya ve Yeni Zelanda'da Anzak Günü adıyla her yıl düzenli bir
seremoni tekrarlanır. Ayrıca Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar o gün
toplanarak Gelibolu Yarımadası'ndaki
Anzakların (ANZAC: Australian and New Zealand Army Corps) çıkarma
yaptıkları Anzak Koyu'na gelerek atalarının savaştıkları bu yeri ziyaret
ederler.
Çanakkale Savaşı, özellikle de Avustralya ve Yeni Zelanda'yı
etkilemiştir. Bu savaştan önce bu iki ülkenin vatandaşları Britanya
İmparatorluğu'nun yenilmez üstünlüğünden emindiler ve böyle bir
imparatorluğun onları askeri seferlere çağrısından büyük onur
duymuşlardı.[32]
Bir propaganda posterinde yer alan Anzak üniforması giymiş bir çocuğun
"Baba, Büyük Savaş'ta sen ne yaptın?" sorusu onları şüphesiz
etkilemiştir. Ancak Çanakkale Savaşı onların bu büyük güvenini derinden
sarsmıştır. Anzaklar için Çanakkale Savaşı'nın önemi çok büyüktür,
Çanakkale'den ayrılan Anzaklar savaşın başka cephelerinde savaşmaya
gönderilmişler ve gittikleri her yeri Çanakkale'de yaşadıklarıyla
karşılaştırmışlardır. Ülkelerine döndüklerinde kahraman gibi saygı
görmüşler ve gözlerindeki Britanya İmparatorluğu'nun sonsuz gücü büyük
bir yara almıştır. 1 Ocak 1901'de Avustralya Federasyonu kurulmuş,
Avustralyalılar on yıllık bir süreçte seçme ve seçilme ile temsil edilme
haklarını elde etmişlerdir. Böylece Britanya İmparatorluğu'nun altında
bir Avustralya Devleti doğmuştur. Günümüz Avustralya tarihi böyle
anlatsa da bu ülkenin gerçek psikolojik bağımsızlığı Gelibolu olarak
görülür.[32]
Her yıl çıkarmanın yıldönümü olarak 25 Nisan'da Anzak Günü adıyla anma
törenleri düzenlenir ve o gün Avustralya ile Yeni Zelanda'da ulusal
tatildir.
Atatürk'ün
Gelibolu Savaşı'nda Türk toprakları üzerinde ölen ve
mezarları Türk topraklarında bulunan ANZAK asker analarına
gönderdiği mesajın yer aldığı anıt,
Gelibolu (1934)
Canberra'da Kemal Ataturk Memorial[33]
ve Yeni Zelanda'nın
Wellington'un
Tarakina Koyu'nda Ataturk Memorial[34]
adlarında anıt dikildi.
Mustafa
Kemal Atatürk'ün 1934 Anzak Kutlamaları sebebiyle gönderdiği mesaj
ülkeler arası dostluğu pekiştirmiştir:
"Bu Memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar!
Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan
evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz.
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde
rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra
artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."[35]
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra İngiliz ve Fransız
donanmalarının geri püskürtüldüğü 18 Mart, Çanakkale Şehitlerini
Anma Günü olarak ilan edilmiştir.
Dünyada ise bu savaş, askeri beceriksizlik ve felaket sembolü olarak
sayılmıştır. Eric Bolge tarafından yazılan savaş karşıtı şarkısı "And
The Band Played Waltzing Matilda" bu savaşla ilgilidir.[36]